19 Mayıs 1919 dünyada emperyalizme karşı kazanılmış ve mazlum uluslara örnek olmuş bir mücadelenin ilk ve en önemli aşamasıdır. Bu mücadelenin başından sonuna kadar değişmez önderi kuşkusuz Mustafa Kemal’dir.



 



Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, İttihat ve Teraki Hükümetinin bir oldubittisiyle Almanya’nın tarafında birinci dünya savaşına girmiş ve müttefiki Almanya ile birlikte savaştan yenilgiyle ayrılmıştı. Osmanlı devleti 5 Ekim 1918’de ateşkes isteğini resmen açıklamak zorunda kalmış ve 7 Ekim 1918’de sadrazam Talat paşa saraya giderek padişaha hükümetin çekildiğini bildirmiştir. Bundan üç gün sonra da ittihat ve Teraki’nin önde gelen üç ismi, Talat, Enver ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçarlar. 30 Ekim 1918 tarihinde savaşı resmen sone erdiren Mondros Mütarekesi imzalandığında Mustafa Kemal Paşa Suriye cephesinde 7. Ordu komutanlığı görevindedir.



Mustafa Kemal, mütarekeden bir gün sonra Adana’da bulunan Yıldırım orduları komutanlığını Liman von Sanders’ten devralır. Mütarekeden iki gün sonra da İngilizler Musul’u işgal eder. Bu arada Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi şartlarının çok ağır ve haksız olduğuna inanıyor ve çektiği telgraflarla İstanbul hükümetini sürekli uyarıyor, bu da İstanbul hükümetinin hoşuna gitmiyordu. Bir süre sonra da Yıldırım orduları dağıtılarak Mustafa Kemal İstanbul’a çağrılır.



13 Kasım günü yaveri Cevat Abbas’la Haydarpaşa garına ulaştıklarında çok acı bir tesadüf, 55 parçadan oluşan İtilaf devletlerinin işgal güçleri müşterek donanması gövde gösterisi yaparak yavaş yavaş Haydarpaşa önlerinden İstanbul Boğazına doğru yol alıyordu. Yaveri Cevat Abbas’ın anlattıklarına göre, bir askeri motorla müttefik donanmasının gemileri arasından karşıya geçerken meşhur, “Geldikleri gibi giderler!” sözü dudaklarından dökülür.  Bu sözlere yaverin yanıtı da, “Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam” olur.



Mustafa Kemal’in içinde bulunduğu ruh halini anlamak pek de güç değildir. Çanakkale’de İtilaf donanmasını durduran, Anafartalar ve Conkbayır’ında onlara unutamayacakları dersleri veren, Çanakkale destanını yaşayan ve yaratan bir genç generalin, bu yeni durumdan hüzün ve acı duyması kadar doğal bir şey olamazdı. Demek ki o kadar büyük gayret, Çanakkale’de şehit olan on binler boşunaydı. Çanakkale’de yenilerek yüz geri edilen bu donanma işte şimdi hiçbir engelle karşılaşmadan İstanbul’a gelip demirlemişti.



Mustafa Kemal, 13 Ekimde döndüğü İstanbul’da Samsun’a çıkacağı tarihe kadar yaklaşık 6 ay kalmıştı. Bu zaman zarfında Şişli’deki evinde hem ülkede, hem de ülke dışında gelişen olayları günü gününe izlerken, milli mücadelede kilit rol oynayacak olan asker kökenli arkadaşlarıyla da sürekli görüşerek ulusal direnişin planlarını hazırlamaktaydı.



Bu 6 aylık süre sonunda ülkenin genel durumu özetle şöyleydi:



Önce İtilaf  devletleri tarafından İstanbul işgal edilmiş; Karadeniz limanları, Haydarpaşa’dan Eskişehir’e kadar demir yolları İngiliz’lerin denetimine geçmiş, Trakya demiryolları bir yunan birliği tarafından işgal edilmiş; Toros tünelleri yine İngiliz’lerin denetimine geçmiş; Güney illerimiz Fransızlar tarafından işgal edilmiş; Kars, Ardahan ve Batum İngiliz’ler tarafından İşgal edilmişti. Bu arada meclis, İngiliz’lerin baskısıyla Padişah tarafından dağıtılmış; galip devletlerin Osmanlı topraklarını bölüşmek ve Ortadoğu’da suni devletler yaratmak amacıyla başlattıkları Paris Barış konferansı faaliyetlerini sürdürmekteydi.



Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bağımsız Ermeni ve Kürt devletleri, Karadeniz Bölgesinde de Rum Pontus devleti kurulması amacıyla çok sayıda yıkıcı dernek İngiliz’lerin tam desteği ile faaliyetlerine devam ediyordu.



Ermeni tehcirinden sorumlu tutulan İttihat ve Teraki ileri gelenleri tutuklanıp Bekir ağa bölüğü adı verilen yere hapsedilmekteydi. Hatta gizli İngiliz kaynaklarında Mustafa Kemal’in de tutuklanacağına dair bilgilere ulaşılmıştır.



Bir de Mütareke İstanbul’unda ulusal direnişe karşı çıkan ve İngiliz’ler lehine yayın yapan “Mütareke basını” adı verilen bir basın grubu ortaya çıkmıştı.



Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasından bir gün önce de Yunan ordusu İzmir’e çıkmıştı.



Üstelik on yıldır savaş içinde olan Anadolu halkı yorgun ve yoksul düşmüş; savaşlar nedeniyle genç erkek nüfusu oldukça azalmıştı. Bu arada ordular dağıtılmış, silah araç ve gereçleri işgal kuvvetlerine teslim edilmekteydi.



Mustafa Kemal her türlü olumsuz şartlara rağmen ulusal direnişi örgütlemek amacıyla bir yolunu bulup Anadolu’ya geçmeye karar verir. Çünkü işgal altında bulunan İstanbul’da artık bir şey yapma ümidi kalmamıştı.



Anadolu’ya geçmek amacıyla ilk olarak Gebze, Tavşancıl, İzmit, Değirmendere üzerinden Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki 20. kolordu bölgesine geçmeyi planlar. Bu geçiş yolunun güvenliğinin sağlanması için de yaveri Cevat Abbas’ı görevlendirir. Çünkü Kocaeli çizgisi üzerindeki köyleri kasıp kavuran Rum çetelerinden ve İstanbul hükümetinin takip ettireceği askeri kuvvetlerin saldırısından korunmak gerekiyordu. Cevat Abbas bu görev için, Kocaeli bölgesinin ilk Kuvayı Milliye’cisi olan Yahya Kaptan’la görüşür ve anlaşmaya varır. Yahya Kaptan aslen Cevat Abbas gibi Makedonya doğumlu olup zamanında Balkan savaşlarına katılmış, dünya savaşında “Teşkilat-ı Mahsusa” gizli örgütünde çalışmıştır.



Mustafa Kemal, 29 Nisan 1919 günü Harbiye nazırlığına çağrılıp, kendisine Anadolu’da bir komutanlık görevi önerilmeseydi, planlanan bu yoldan Anadolu’ya geçecekti.



İngilizler Mondros ateşkes antlaşmasından sonra Osmanlı toprakları içerisinde özellikle petrol bölgeleri Kuzey Irak, Musul ve Kafkaslar üzerinde durmuşlar, Karadeniz’in denetimi için Sinop, Samsun ve Trabzon limanlarına önem vermişlerdir. İngilizlerin Karadeniz limanları ve Karadeniz bölgesine yönelik ilgileri sadece Kafkas bölgesindeki petrol yataklarını ele geçirme isteklerinden kaynaklanmıyordu. Bilindiği gibi, o sırada İngiliz sömürgesi olan Hindistan’ın denetim altında tutulması, İngilizlerin emperyalist emellere dayalı siyasal ve ekonomik çıkarlarının sürdürülmesi yönünden de çok önemliydi. Kafkasların ele geçirilmesiyle İngilizler hem Kafkaslardaki doğal kaynakları hem de Hindistan’a giden tarihi yolu denetim altına almış oluyorlardı. Tüm bunlara ilave olarak Rusya’da 1917’de başlayan sosyalist devrimin yayılmaması için Kafkas bölgesinin denetimi de, o sırada süper güç olan İngilizler açısından yaşamsal önemdeydi.



Bu nedenle İngilizler, Kafkaslar bölgesine ve Karadeniz’e önem veriyorlardı. İngilizler ayrıca Doğudaki Rus bölgelerinden iki yüz bin kadar Rum’u yavaş yavaş Karadeniz bölgesine getirerek yerleştirmişler ve planlanan Pontus Rum devletinin kuruluşunu kolaylaştırmanın uygulamasına da başlamışlardır.



İngiltere başbakanı Lloyd George bu konudaki planı şöyle anlatır: “Rumlar Doğu Karadeniz’de geleceğin ulusudur. Türk barbarlığı karşısında Hıristiyan azınlığın uygarlığını temsil etmektedir.” İngiliz başbakanı Rumların Ege’de ve Karadeniz Pontus’ta tutunmalarını sağlayacak “Büyük Yunanistan” planının İngiliz imparatorluğu için yaşamsal bir konu olduğunu belirtiyordu.



Mart, Nisan 1919 aylarında Karadeniz bölgesinde Rum çetelerinin faaliyetleri ön plana çıkmaya başlar. Özellikle Samsun ve iç bölgelerde etkin olan çeteler yol kesmekle yetinmiyor, köyleri basıyor, yağmalıyor, adam öldürüyorlardı. İstanbul’da yayımlanan Pontus adlı gazete bu çetelere destek veriyor, sanki saldırılarda bulunan, köylüleri öldüren Rum çeteleri değil de, yerel Türk çeteleri imiş gibi tersine yayın yapıyorlardı. Kuşkusuz kendilerini Rum çetelerinin saldırılarından korumak ve canlarını kurtarmak için o bölgede bulunan Türkler de silahlanmaya başlarlar.



İşte bu ortam içinde Yüksek komiser Amiral Calthorpe, Rum çetelerine karşı savunmaya geçen Türklerin oluşturdukları yerel milis güçlerinin dağıtılmasını için Osmanlı hükümetine yazılı bir bildirimde bulunur.



Ültimatom niteliğinde ki bu yazının sonunda da İngiliz Komiseri, “Gereken her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere talimat verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını” bildiriyordu.



Bu ültimatomun anlamı, “Eğer siz önlem almazsanız, biz önlem alıp Samsun’a çıkacağız, bu bölgeyi işgal edeceğiz,” demekti.



Amiral Calthorpe o günlerde Padişah Vahdettin’le yaptığı görüşmede, “Yüksek yetkilere sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir generalle derhal görev yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu’yu disiplin altına alması gerektiğini” söyler.



Bu dönemde İstanbul’da padişah ve Damat Ferit hükümetinin üzerinde durduğu en önemli nokta, Paris’te sürmekte olan Barış Konferansı’nda olumsuz bir etki yapmasını önlemek için işgal kuvvetlerinin her isteğinin yerine getirilmesi ve özellikle Anadolu’da güvenliğin sağlandığının gösterilmesiydi.



İşte böyle bir görev için neden Mustafa Kemal seçilmişti?



Bunu anlayabilmek için Mustafa Kemal’in o sıradaki yoğunlaşan ilişkilerine bakmamız gerekecektir.



İngiliz ültimatomunun verilişinden sekiz gün sonra 29 Nisan 1919’da Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’i resmen çağırır ve ona 9. Ordu birlikleri Müfettişliği’ne atandığını bildirir.



Bu görev için Mustafa Kemal’in seçilmiş olmasında birçok yorum v birçok olasılık ileri sürülür. Kimisi padişah Vahdettin emir verdi; kimisi onu İstanbul’dan uzaklaştırmak istediler; kimisi hükümet gaflete düştü; kimi art niyetliler de onu İngilizler Anadolu’ya gönderdi diye yazar.



Bu önemli göreve atanacak olan komutanın, hem padişahın, hem hükümetin, hem de İngilizlerin güvenebileceği bir isim olması gerekiyordu.



Padişahın yönünden, Mustafa Kemal’in, Anafartalar kahramanı olarak tanınması, birinci dünya savaşı sürerken velihatlığında yaptığı Almanya seyahatinde ona refakat etmiş olması ve Suriye cephesinde 7. Orduyu düşmandan kurtardığı için ona fahri yaverlik nişanı vermiş olması önemli kriterlerdi.



İngilizler açısından; İttihat Teraki’ye ve Almanya’ya karşı oluşu, Ermeni tehcirinde rolünün olmaması ve en önemlisi, yakın ilişkiler içinde oldukları Padişahın güvendiği bir isim olması yeterli kriterlerdi.



Hükümete gelince. Bu atama için üç kilit bakanlık vardı: Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Bahriye Nazırı Ahmet Avni Paşa, Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey.



Büyük bir rastlantı eseri,  Mustafa Kemal’in bu üç bakanla da doğrudan veya dolaylı yollardan olumlu ilişkileri vardı.



Dahiliye nazırı, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa’nın dünürüydü. Mustafa Kemal’i çok seven İsmail Fazıl Paşa’nın bu önemli atama için dünürünü ikna etmiş olması çok doğaldı. Bahriye nazırı Avni paşa, Mustafa Kemal Suriye cephesinde 7.Ordu komutanıyken, ordular grubu menzil komutanı olması nedeniyle birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. En önemlisi Harbiye nazırı Şakir Paşa, Atatürk’ün başyaveri Cevat Abbas’ın eşinin akrabasıydı. Bu durumda Cevat Abbas’ın Şakir Paşa’ya aile toplantılarında komutanından övgüyle söz etmesi de gayet doğaldı.



Mustafa Kemal Samsun’a hareket etmeden bir gün önce padişaha veda ziyaretinde gittiğinde Vahdettin’in ona hitaben söylediği “Paşa paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (Elinin altındaki tarih kitabını işaret ederek), tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa devleti kurtarabilirsin!” sözleri çok tartışma konusu olmuştur.



Vahdettinci yazarlar, padişahın bu sözlerini öne sürerek Mustafa Kemal’e vatanı kurtarma görevini verdiğini belirtirler.



Mustafa Kemal, padişahın İngilizlere olan yakınlığını bildiği için onun bu sözlerini şöyle yorumlar: “Vahdettin demek istiyor ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı, bu siyasete karşı gelen Türkleri de yola getirirsem, Vahdetin’in arzularını da yerine getirmiş olacaktım.”



Mutafa Kemal’in bu tespitlerinin ne kadar doğru olduğu, Samsun’a çıktıktan sonraki aşamalarda kesin olarak ortaya çıkacaktı. Nitekim ulusal direnişi bastıracağı yerde, tam tersine ulusal direnişi örgütlemeye başladığı ortaya çıkınca, Damat Ferit Paşa hükümeti derhal İstanbul’a geri dönmesi talimatını verir. Dönmemekte direnince görevinden azledilir, daha sonra da gıyabında idam cezası verilir.



Bu zor şartlar altında samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in işi hiç de kolay değildir…
Editör: TE Bilisim