Yıllar önce bir baba Rize’nin Pazar ilçesinden kalkıp maden kentine yerleşiyor.

Odun ateşinde ekmek pişiriyor.

Sonra fırın açıyor…

Sonra Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası’nın Başkanı oluyor.

Zonguldak’ın siyasetinde ve ticaretinde söz sahibi oluyor Yaşar Haberal.

Oğlu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın hikayesi daha da ilginç.

Fırında, bedeni ile, odun ateşi ile de ders çalışmış.

Mesleğindeki başarı onu hem doktorluğun hem de siyasetin zirve isimlerine taşıyor.

Süleyman Demirel döneminde Türkiye’de ilk özel hastaneyi kuruyor.

BAŞKENT Hastanesi…

BAŞKENT Üniversitesi, Üniversitenin ilk kanalı Kanal B’yi kuruyor…

Organ naklindeki başarısı ile Dünya’da marka oluyor.

Başbakan Bülent Ecevit’in o buhranlı dönemleri başlıyor.

Devlet Bahçeli’nin hükümeti yıktığı ve AK Parti’nin doğduğu yıllar.

Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, o yıllarda Başkent Hastanesi’nde tedavi görüyordu.

Bilinçli olarak Ecevit’in hastalandırıldığı iddia ediliyordu, yıllar sonra Ergenekon davası olarak  Mehmet Haberal’ı Silivri Cezaevine attıran ve “Suçum Ne?” diye sorduran kitabı çıkıyordu.

Yine Süleyman Demirel araya girmiş, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ikna etmiş, CHP’den aday olmasını sağlamıştı.

Ankara yerine Zonguldak’tan aday gösterilmişti Mehmet Haberal.

Onun da, Zonguldak’ın da kaderi değişiyordu.

İktidarın en güçlü olduğu 2011 yılında Zonguldak, cezaevinde bulunan bir milletvekili adayına rağmen TBMM’ye 2 milletvekilli göndermişti.

Zonguldak, Mehmet Haberal’ı özgürlüğüne kavuşturan kentin adı olmuştu.

Yine kendinden, kentinden fedakarlık yapmıştı Zonguldak.

Yıllar sonra yine fedakarlık yapıyor, yapmaya zorlanıyor Zonguldak…

Ali Uzun isminin öne sürülmesi…

Çekilmesi, yerine hala oğlu Şenol Şanal’ın getirilmesi.

Sol blokta yeniden arayışlara itilmesi…

İleriye dönük yapılan hamleleri de unutmamak lazım.

24 Haziran genel seçimlerinde Kemal Haberal Zonguldak Milletvekili aday adayı olmuştu.

O gün, bu güç neden kullanılmamıştı?

Şenol Şanal’dan sonra Kemal Haberal önümüzdeki genel seçimlerde yine aday adayı olacak mı?

Aynı metotlarla aday yapılacak mı?

‘Zonguldak neden dizayn ediliyor’ gibi bir çok soru gündeme geliyor.

Haberal hocanın “Suçum Ne?”, “Belgelerle Silivri gerçeği” kitaplarını okudunuz mu bilmiyorum.

Yapılan suçlamaları ve savunmaların tümü okumuştum.

Deli saçması bir sürü suçlama ile “Zindan iki hece Mehmed’im” şiirini yazdırır insana.

O dönemde Ergenekon diye bir dava niye olmuşsa, şimdi de Zonguldak’ta, bu deli saçması siyasetin yaşanmasının asıl nedeni odur.

Haberal hoca, hapisten çıktıktan sonra Zonguldak’ta ilk söylediği sözdür; Suç varsa ceza olmalı!

“İyi de Zonguldak’ın Suçu Ne?” Hocam!

*** .  ***

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Necip Fazıl Kısakürek