Zonguldak, Çelik-2 çete operasyonunda çeteye yardım ve yataklık yapma suçundan halen yargılanan Pusula Gazetesi Sahibi Ali Rıza Tığ, Zonguldak’ta toplumsal bir sorun haline geldiği gerçeği ile yüzleşiyor.

İnsanların yatak odalarını yazdığı bir çok yorumunda elinde bilgi, belge hatta görüntü olduğunu söylüyor.

Ve şantaj kokan yorumlarını adeta dizi dizi kaleme alıyor.

Devletin elinde olması gereken bir çok adi ve adli olaylarla ilgili bilgisinin olduğunu yazıp söylüyor.

Telsiz anonslarından geçmeyen, ancak emniyet kaynaklarından alınarak yapılacak bir çok haber incelendiğinde Tığ’ın doğru söylediği de ortaya çıkıyor.

Ama yazık ki, Devlet mahrem bilgilerin yada adli, basit olayların servis edilmesinden hiçbir rahatsızlık duymuyor!

*

FETÖ operasyonlarında listeler yayınlıyordu.

Kuru fasulyeciler, Bakliyatgiller, hocalar, mercimekler, topraklar, zeminler diye liste uzayıp gidiyordu…

Yine Emniyet’in elinde olan listelerin bir gazeteciye servis edildiğine tanık oluyorduk.

Tüm bilgi ve belgelerin elinde olduğunu ima ederek, iş adamlarına mesaj veriyordu.

*

Kendisine Devlet koruması sağlayan siyasi dostlarının rakiplerini yıpratarak siyaseti birlikte dizayn ediyorlar.

Dostlarının imar rantlarını, yolsuzluk, rüşvet, ihale, usulsüzlük ve karanlık işlerini zinhar kaleme almayan Ali Rıza Tığ’ın dosyası oldukça kabarık.

Son 5 yıl Pusula Gazetesi ve Ali Rıza Tığ’ın telefon kayıtları incelendiğinde tüm gerçekler ortaya çıkacaktır.

*

Mesela, ağabeyi ve eniştesinin ortak olduğu ME-SA inşaatı, ihalelere usulsüzlük karıştırarak aynı adreste üç ayrı şirket üzerinden yürüttükleri ihaleler nedeniyle ihale yasağı aldılar.

Bir siyasetçinin da yardımı ile ihale yasağı kaldırıldığı iddia edilmişti.

Bu ihale yasağının nasıl kaldırıldığı da ayrıca inceleme konusu tabi…

Sonuçta, kentte Devlet ihalelerine giren, konut inşa eden bir çok firma hakkında yıpratmaya yönelik yazılar kaleme alan Ali Rıza Tığ, sektörün korkulu rüyası haline geldi.

Zonguldak’ta müteahhitlik sektörüne ağır bir darbe indirildi.

ZİMDER’in de başkanı olan MESA inşaat ortağı Mecit Aydın ve Sabri Tığ bu süreçte büyüdü!

Öyle bir yapı kuruldu ki, özellikle Milli Eğitim, Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü, İl Özel İdare Müdürlüğü yetkilileri üzerinde oluşturulan yıpratma kampanyası ile baskı oluşturuldu.

Siyaset; Daire müdürlüklerine kendi işlerine gelen müdür, müdür yardımcısı ataması yaptı.

Siyasi ayağın, medya yüzü Ali Rıza Tığ, bir çok kurum Müdürü ile özel ilgilendi!

Kimi yıprandı, kimi göklere çıkarıldı…

Sektör temsilcileri, ME-SA inşaatın aldığı ihaleler, iddia edildiği gibi yapılmayan işlere yapılan kesin kabuller incelendiğinde her şeyin ortaya çıkacağını iddia ediyor.

Ali Rıza Tığ’ın sürekli söylediği gibi; Para akışının takip edilmesi durumunda sektör temsilcilerinin iddialarının da ne derece olduğu ortaya çıkacaktır.

İhale dediğimizde sadece inşaat sektörü algılanmasın.

Taşımalı Yemek ihaleleri de hala bu kentin hafızasındadır.

İlçe ilçe yapılan yemek ihaleleri hangi Vali döneminde yapıldı, ihaleyi kimler aldı.

Öğrencilerin yemediği yemekler nasıl fatura edildi.

Hangi Vali döneminde ihalelerden vazgeçildi, neden Aşevi tarafından yapıldı.

O Vali, kimler tarafından merkeze çekildi, hangi Vali Yardımcısına yıpratma kampanyası başlatıldı.

Bir ara bu konuya gireceğiz.

*

Memurlar lokali İşletmecisi Sami Aydın, Müteahhit Ragıp Bayraktar, Eski Belediye Başkanı Mustafa Kalaycı, AK Partili esnaf Aydın Arıcı, açıkça Ali Rıza Tığ tarafından şantaja uğradıklarını söylediler.

Zonguldak’ın üzerine kara bir sis gibi çöken Ali Rıza’ya Devlet resen soruşturma açmadı, şikayete bağlı suçlar kapsamında insanların müracaatı beklendi.

Rüşvetin, avantanın, şantajın belgesi olur mu?

Şanslıysan yanında bir iki şahit varsa, belki ispat edersiniz.

Yoksa, öyle sineye çekmek zorunda kalırsınız.

Maalesef Zonguldak’ta da yaşanan tam da budur…

İnsan o yüzden “İlahi Adalet’in” tecelli etmesini bekliyorlar yıllardır.

Buna yürekten de inanıyorlar…

*

Vatandaş; Ali Rıza Tığ’a hangi gerekçe ile devlet koruması verildiğini merak ediyor.

Vatandaş; Ali Rıza’nın hangi ihale yolsuzluğunun, hangi çetenin çökertilmesinde Devlete yardım ettiğini merak ediyor.

Vatan, Millet ve Devlet için hangi konuda kendi canını riske attığını sorguluyor.

Vatandaşın vergisi ile ödenen Devlet’in koruma polisinin kimi, kimden koruduğunu bilmek istiyor.

*

Ali Rıza Tığ’ın bazı Emniyet ve Jandarma mensupları ile olan yakın ilişkilerin incelenmesini istiyoruz.

HTS, MOBESE ve yazışma kayıtlarının incelenmesini istiyoruz.

İrtibatta olduğu emniyet mensuplarının mal varlıklarının da incelenmesini bekliyoruz.

Bahis Çeteleri ile Tefecilerle olan ilişkilerin ortaya çıkarılmasını istiyoruz.

Bazı kolluk kuvvetlerinin Zonguldak’ta edindikleri servetlerin hesabını Devlet’in sormasını istiyoruz.

*

Biz, Zonguldak’ın temizlenmesini, huzur içinde yaşamasını ve kendi sorunlarına odaklanmasını istiyoruz.

*

Zonguldak Valisi Mustafa Tutulmaz da, amirin kendilerini olduklarını, bu konuları gündeme taşıyan gazetecilerin kendilerine amirlik yapamayacaklarını ima ediyor.

İstiyorlar ki, ‘Gül’dükleri zaman manşet atalım, vatandaşın sırtına dokunduklarında ayağa kalkıp ‘alkış’layalım.

Şehirdeki huzursuzluğu görmeyelim, şantaja uğrayan insanların sesini duymayalım, tefecileri sormayalım, Bahis çetesini gündeme getirmeyelim, kaçak ocaklar sorununu ağzımıza almayalım, ihaleleri sormayalım.

İstiyorlar ki; Şehirde yıllardır aynı siyasetçilerin kurduğu haksız, yanlı düzene boyun eğelim.

Susalım ve boynumuza tasma takılsın ki, Ankara oradan bakınca, “Uslu, huzur dolu” bir tablo görsün.

Tayinler en iyi yerlere çıksın.

Onların rahatı, huzuru, aile düzenleri, gelir düzenleri bozulmasın.

*

Zonguldak’ta altta kalanın canı çıksın yönetim ve politikaları artık kabul görmüyor.

Altta kalıp canı çıkanların tahammül sınırı kalmadı.

Biz, ihalenin de, siyasetin de, yargının da, Valilik makamında, düzeninde, herkese adil uygulanmasını istiyoruz.

O nedenle, ısrarla, bu yapının Devlet tarafından masaya yatırılmasını, incelenmesini, gerekirse soruşturma başlatılmasını istiyoruz.

AK Parti’nin iktidar gücünün de kullanılarak Zonguldak’ta ihale, ticaret ve siyaset dünyasının belli bir zümre tarafından dizayn edenlerin kamuoyu ve adalet önünde hesap vermesini istiyoruz.

Bu isteğimize kulak tıkayan Zonguldak’ın kronik yapısı ile olmayacağını net bir şekilde görüyor ve biliyoruz.

Bu mücadelemizi de sonuna kadar sürdüreceğiz.

Kent adına haklı bir mücadele içinde olduğumuzu biliyoruz.

Önce Allah’a, sonra; namuslu, vicdanlı ve adaletli yöneticilere ve Ankara’ya güveniyoruz.

Sesimizi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan duyana dek, bu mücadelemizi sürdüreceğiz.

O nedenle; Kendini bilmez Çaydeğirmeni Belediye Başkanı Satılmış Gebeş’in “Ben sana Alev’ciğim derdim. Senin hoşuna giderdi” gibi ipe sapa gelmez imalarla, kurgu ve iftiralarla bizi yolumuzdan döndürmek bir yana, çok daha aktif bir şekilde bu mücadelemizi perçinliyor.

Ali Rıza Tığ’ın isimsiz, imalı “genelev” benzetmesi ile üzerimizde oluşturmaya çalıştığı ahlaksız, basit ve ucuz algılar, değil bize geri adım attırmak, canımızı dahi ortaya koyarak yolumuza devam ettiriyor.

*

Meramımızı uzun uzun anlattık, biraz vaktinizi aldık.

Ama , bundan sonra hangi yayın akışı ile huzurunuzda olacağımızı şimdiden söylemiş olduk.

Ahlaksızca bize saldıranların dışında kimse ile bir alıp veremediğimiz yok.

Şehir adına tek bir arzumuz ve dileğimiz var.

Ahlaklı bir siyaset anlayışı ve adil bir Devlet düzeni içinde, huzur ve güvenle yaşamak istiyoruz.

Çok şey istediğimizi biliyoruz.

Ama, bu şehir günün şartlarına kendini uyarlaması için siyasi, bürokrasi, ticari ve basın baronlarını yolun kenarına bırakıp, geleceğine odaklanmak zorunda.

*

Bu uzunn yazının üzerine sizi uzun bir fıkra ile baş başa bırakalım…

Temel’den Niyazi’ye Mektup…

1996 Senesi, ağustos ayinun 12’si güni

Gurbet ellerdeki kıymetli kardaşum Niyazi:

Evvela selâm eder her iki gözünden operum. Lakin, bu arada iki aydur senden mektub alamaduğum içun teesürlerumi bildirurum. Herhalde oralarda eş, dost, ekraba burdakilerden fazla ki zaman bulup yazamayisun. Oyle ya, geride daha adam mi kaldi…

Niyazi kardaşum, geçtuğumuz ay bizum Huseyin’lan Alosman Aga beni kandurdiler, on sene ustine yaylaya çiktum. Has bi kaç gün geçirduk. Hey gidi, nerde o eski zahmetler? Araba neredeysa evun oninde duruyi. Su kapida akayi. Elektrik var. Ferit’un kahvesinda telefon asuluyi. Millet keliflerinde oturmiş televizyon seyredeyi.

Kardaşum, piz şehirde güriltiye aliştuk. Yaylada kulağum bi tuhaf oldi. Has uykular uydum. Araba güriltisi yok, uşak bağirtisi yok, komşida teyp açilmamiş, üst katta kimse tepinmeyi. Hoş üst kat bile yok. Gerçi yol biraz salladı ama Allah kısmet edersa gelecek seneye Nazmiye’ylan çikmayi kafama koydum. Bi ekraba evinde on gun bize yeder. Nazmiye’ylan eski gunlerimuzi yad ederuk.

Neysa yayladan induk, bu sefer da evde rahatsuz oldum. Kulaklarun alişmiş sessuzluğe. Yaylada şir iken burada başladum terlemeğe. Dişardan gelen çöp kokisi mi arasun, alt katlardan gelen yemek kokisi mi? Yaylanun kiymeti böyle anlaşulur.

Dönduğumden iki akşam sonrasiydi. Hava sankim tutuşti, yanayi. Uyumanun mümkuni yok. Kapiyi, pencereyi fora etmişuk, ama nafile. Yaprak kimildamayi. Haoyle dön o yana, dön bu yana derken sabaha doğri sizmuşum.

Birlanbir griltiylan uyanduk. Dersun yakinlara yildurum düşti. Nazmiye da rüya göreymiş, bi cirlamaylan kalktı, sarildi boğazuma. Kardaşum, millet terin uykudayken bu nedu? Atladum pencereye ki 4-5 tane telikanli, içmişler nara atayler. Aralarindan biri daboş bi çöp tenekesine vurmiş, yolun ortasina devirmiş. Kan beynume şiçradi. “Ula it oğli itler” diye bağirdum. “Ha bu ufacuk yaşinuzlan, habu saatte dişarda ne arayisunuz?” Dönup baktiler. Biri dedi ki “Ne deyisun emice, kimun yaşi ufak?” Dedum “Eğer büyük adam olsaydinuz, habu saatte milletun çoluk çecuğunun uykuda olduğuni bilirdunuz.”

O esnada etraftaki bütün apartumanlarun pencerelerinden kafalar uzanmış, bizi seyredeyiler. İt oğli itlerden biri ded ki: “Git yat aşaği emice, sana sinirlenmek gelmez. Ha şimdi tansiyonun çikar.” Dedum ki “Haklisun, pencerelerden bakan ha bu kadar teliganli dururken, mahalleyi ben müdafa edeyirum, ne desan haklisun. Onlar akşamdan yatarken kulaklarina mum tikaduklari içun sizin gibi firlamalari işitmezler.”

Derken, aralarindan biri el kol hareketi da yapti “Uzattun be emice, git saril karina da yat aşağa” demesun mi! Sanki pencere kanadi yüzüme vurdi. Uyy, görünmez bi el tüylerumi yoldi. Yastuğun altindan parabelliyi almamlan beraber pencereden sarkmam pir oldi. Namliya mermiyi sürekken beni farkettiler. Nasi kaçayler pi görsen. Nazmiye belume sarilmiş, beni içeri çekmeye çaluşiyi. Bi kaç el havaya atayim dedum, daha büyük gürilti olacak, uşacuklar korkacak. Vazgeçtum, bağirdum peşlerinden: “Ula tabansuzlar, hayde şimdi gidun. Zigana kafulluklarina kadar yolunuz var. Bi daha habu yoldan geçun da göreyim sizi.”

Baktum, karşi evlerden sinmiş kafalar tekrar uzandi da beni alkışlayiler. Hiç donmedum o tarafa. Örttum pencereyi, girdum içeri. Lakin sabaha kadar da uyku tutmadi.

Kardaşum, şehirde ehlâk kalmadi. Uşak uşakluğuni bilmeyi, beyuk beyukluğuni… Allah sonumuzi hayirli etsun. Bakalum daha neler göreceğuk. İnşallah seni derlendurmedum. Biz eski toprağız. Aci patlicani kiraği çalmaz. Eğer karşi evlerden birinda da sen olaydun, valaha da bilaha da habu yaşta ikimuz onlari kistirup polise teslim ederduk. Hey gidi teliganli gunlerimuz…

Niyazi kardaşum, beni mektupsuz birakma. Haberleruni bekleyirum. Aile efraduna, bütün taniduklara selâm eder, tekrardan gozlerunden öperum.

Kardaşun Temel