Zaman zaman yazılarımıza ara vermek zorunda kalıyoruz.

İçinde bulunduğumuz koşullar, sorumluluklarımız çoğunlukla kendimize bile vakit ayırmamızı imkansız kılıyor.

Aslına bakarsanız uzun zamandır Zonguldak’ta önemli bir gündem de yok.

Tutuklandığı günden bu yana gazeteci Mustafa Özdemir’in dışında…

Bu şehirde herkes, herkesi, herkesten çok tanıdığını iddia eder.

Zonguldak’ı “dedikodu memleketi” olarak yaftalayanda hepimizin bu acımasız tutumudur.

Savcı gibi iddia eder, hakim gibi yargılamaya bayılırız.

Şimdi Mustafa Özdemir’i sevenler üzülüyor.

Sevmeyenler mutlu oluyor.

Oysa, herkesin yaşananlardan bir ders çıkarması gerekiyor.

Her an hata yapabiliriz, her an iftiraya uğrayabiliriz, her an kendimizi bir sarmalın içinde de bulabiliriz.

Hiç unutmam yıllar önce, hala daha kurumlara iş yapan bir müteahhit yüzünden sivil polisler tarafından bir gece yarısı göz altına alınmıştım.

Kendilerine talimat verilmesine rağmen kelepçe takmayın ricamı geri çevirmemişlerdi.

Ne olduğunu, ne onlar anlatabiliyordu, ne de ben çözebiliyordum.

“Hem tanık, hem sanık olabilirsiniz” diyerek Zonguldak Emniyet Müdürlüğü nezaretine getirilmiştim.

Neden getirildiğimi sorduğumda, Devleti milyonlarca lira çaldığını belgeleyip manşet attığım müteahhidin ayaklarından vurulduğunu öğrendim.

O Müteahhit hastaneye kaldırılmış.

Devletin o dönem ki Valisi, devleti milyonlarca lira zarara uğratan müteahhite geçmiş olsun ziyaretine gitmiş!

Birkaç ay önce yolsuzluk haberini yapan bende, nezarete atılmıştım!

Oysa zanlı, polise teslim olmuş ve neden vurduğunu da açıklamış.

Aslında vurulacak kişi benmişim.

Müteahhit, U.K. ile beni vurma karşılığında 15 bin liraya anlaşmış.

Vuracak şahıs paranın yarısını talep edince, “Git vur, sonra alırsın” cevabını duyunca aralarında küfürleşiyorlar ve tetikçi, o an anlaştığı müteahhidi ayaklarından kurşunluyor.

“Olay böyleyse benim nezarethanede ne işim var” sorusuna kimse cevap veremiyordu.

O yıllarda Zonguldak’ta çarklar öyle işliyordu ki, bir şaraba tenezzül eden Müdürler, birkaç hediye ve bedava tatile takla atan Başsavcılar vardı.

Herkesin zaafına göre bedeli vardı.

Üç günün sonunda beni orada tutacak sebep bulamayınca çıkardılar.

Aradığım tüm yanıtları bulmuştum.

Bir hafta sonra Başsavcı emeklilik dilekçesini verdi.

Emniyet Müdürü de 2 ay sonra gitti…

Şükür ki, artık Türkiye hiç bir zaman eskisi gibi olmayacak.

Ama, benim için hayat hiç bir zaman nezaret öncesi gibi de olmadı…

** **

Israrla söylüyorum: Anlaşma yok, belge gönderin!

Zonguldaklı gurbette ölür!

Gurbetteki madenlerde ölür!

Memleketinde ya yer altında, ya da işsizlikten ölür…

Bazen de göz göre göre öldürülür…

Göz göre göre meslek hastalığına sürüklenir.

Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ihtiyacı olan kimyasal içeren ‘Fenol Köpük’ ihalesinin haberini okudunuz.

2014 Yılında AB komisyonun kimyasal maddelerle ilgili belirlediği kanserojen sınır değerleri, Türk yasa ve yönetmelikte yer almasına rağmen TTK yetkilileri kimyasal alımlarında bu maddeyi şartnameye koymuyor.

Dolayısıyla sınır değerlerin çok çok üzerinde kimyasal madde satın alınıyor.

Üstelik ‘Fenol Köpük’ ihalesini sürekli OK Dış Ticaret Madencilik firması alıyor.

Ta ki, 2020 yılına kadar…

Yani 2016 yılından 2020 yılına kadar alımları yapan kurum yetkilileri görevi kötüye kullanıyor, maden işçilerinin zehirlenmesine, meslek hastalıklarına sürüklenmelerine neden oluyor.

İhaleye farklı firmalar iştirak edince kanserojen içeren reçineler kullanıldığı ortaya çıkıyor.

Ama durum değişmiyor.

Bu maddelerle ilgili Üniversitelerden alınan raporlardaki detaylı bilgilerin altı boşaltılıyor.

Çünkü, Üniversiteler bu görüşü bir bedel karşılığında veriyor!

Ve 2019 yılında birim metreküp fiyatı 72 avroya olan Fenol Köpük, 2020 yılında 36 avroya kuruma satılıyor!

Maden işçilerinin hala göz göre göre zehirlenmesi de çabası…

Bakalım TTK Genel Müdürü Kazım Eroğlu, sorumlular hakkında soruşturma açacak mı?

Maden İşçisinden özür dileyecek mi?

Özürle de bu işi geçiştirebilecekler mi?

Maden işçileri yasal haklarını arayabilecek mi?

Lambası ocakta, kendisi dışarda olan GMİS Genel Başkanı Hakan Yeşil, maden işçisinin hakkını arayacak mı?

Sendikacı olmadan önce bir gün doktor raporu almayan, Sendikacı olduktan sonra istirahat raporları alan GMİS Genel Başkan Yardımcısı İsa Mutlu, madencileri de mutlu edecek mi?

NOT: Haberin altına aynı IP’den (Aypi) yorum yapan firma destekçisi kurum ortağı; Bizim Kazım Eroğlu’a karşı bir kastımız yok, olmaz da.

Sizin ‘anlaşma’ davetinize de icabet etmeyi düşünmüyorum.

Açıklamak istediğiniz konular varsa mail atın.

Maden işçisini zehirlemediğinizi ortaya koyan bir belgeniz varsa hemen gönderin, sizden özür dileyelim.

Anlaşma yok, belge gönderin…