Eğitimci- yazar Sevda Orhan, ZOKEV Yayınları’ndan çıkan Geride Kalanlar adlı öykü kitabını 14 Ocak Cumartesi günü Maden Mühendisleri Odası Lokali’nde düzenlenen bir söyleşi ile okuyucularıyla paylaştı.

Moderatörlüğünü ZOKEV Yönetim Kurulu Başkanı Kürşat Çoşgun’un yaptığı söyleşiye Zonguldak Baro Başkanı Türker Kapkaç, GMİS Genel Başkanı Ahmet Yeşil ve yönetim kurulu üyeleri, CHP Merkez İlçe Başkanı Ebru Uzun ve kalabalık bir izleyici topluğu katıldı. Coşgun yaptığı açılış konuşmasında, “Kendisi de bir madenci kızı olan Sevda hocamız, kömürün ardında bıraktıkları bizden birilerini, çok yakınımızda olan ama bazen göremediğimiz madenci eşlerini yitirmiş kadınların yaşamlarını mercek altına alıyor. Onların dışarıdan görünmeyen yaşamlarını içten ve samimi bir dille bize anlatıyor. Sevgiye Kanat Çırpmak adlı ilk öykü kitabını bundan otuz yıl önce yayımlanmıştı. Yeni öykülerini ZOKEV Yayınları arasından çıkarmak istemesinden vakıf olarak onur duyduk.” dedi.

ORHAN: “YAZI YAZMAYI TEBEŞİRLE DEĞİL, KÖMÜRLE ÖĞRENDİK”

Sevda Orhan kendisini bu kitabı yazmaya zorlayan çocukluk yaşamını anlatırken, “Çocukluk ve gençlik günlerimi Zonguldak’ın uzak bir madenci yerleşim yeri olan Gelik bölgesinde geçirdim. Babam Maden Mektebi mezunuydu. Bazı günler, evdeki manyetolu telefon çalar çalmaz üzerini apar topar giyinir ocağa koşardı. Biz o zaman ocakta maden kazası olduğunu bilir, sessizliğe gömülürdük. Babam eve geldiğinde ‘Çok şükür!’ derse kazanın ucuz atlatıldığını, ‘Haydi hepiniz yatmaya gidin!’ derse ocakta ölümlü bir kazanın olduğunu anlardık.” dedi.

ORHAN: “MEMURLAR GİYİMLERİNE KUŞAMLARINA DİKKAT EDERLER, SOKAKTA TAKIM ELBİSESİZ VE KRAVATSIZ GEZMEZLERDİ”

Konuşmasını “Daha çocukken madenci ölümlerine tanık olmuştuk.” diyerek sürdüren Orhan, “Madenci mahalleleri geniş bir madenci ailesi gibidir. Tebeşiri tanımazken kömür ile tanışıp duvarlara kömür ile yazı yazarak okumayı öğrendik. Her evin önünde ocak elbiselerini fırça ile yıkamak için küçük beton düzlükler bulunurdu. Mahalle bakkalımız Kemal amcanın (Kapkaç) dükkânını hiç unutamadım. Orada bisküviden, ayakkabıdan, kilimden, çiviye kadar tüm ihtiyaç malzemeleri bulunurdu. Tüm mahalleli ondan veresiye ihtiyaçlarını alır, maaşlarını da alınca gelir öderlerdi. Madenci kahveleri yüzü solgun, gözlerinin feri gitmiş, zayıf erkeklerle doluydu. Memurlar giyimlerine kuşamlarına dikkat ederler, sokakta takım elbisesiz ve kravatsız gezmezlerdi. Mühendisler, avukatlar ve öğretmenler gibi eğitimli insanlar madencilerin önemini bilir ve onların çocuklarına pozitif ayrımcılık yaparlardı. Ben de böyle bir ortamda büyüdüm ve yaşadığım yerden, ailemden, komşularımdan çok şey öğrendim.” diye yaşadığı çocukluk günlerini anlattı.

ORHAN: “YAŞADIĞIM YERE SORUMLULUĞUM VAR”

Sevda Orhan, yazmaya, yaşadığı yere karşı duyduğu sorumluluğu ifade etmek amacıyla başladığını belirterek, “Onlardan aldığım kültürün bir kısmını onlara geri vermek istedim. Öykü yazmamın serüveni belki böyle bir şeydir. Onun bedelini ödemek istediğimi sanıyorum. Yani onlarla duygudaşlık yaptım diyebilirim. Empati yaptığım da söylenebilir ama ben onlarla empati yapmadım; onlardan biri olarak onlarla aynı duyguları yaşayarak, aynı acıyı yaşayıp aynı tatları aldım. Aynı yaşamın içinde harman oldum yani. Onun için onlar benim duygudaşım diyebilirim.” dedi.

ORHAN: “TOPLARIN TÜFEKLERİN BAŞINDA KEŞKE KADINLAR OLSAYDI”

Bir soru üzerine, öykülerini kadın duyarlığı içinde yazdığını söyleyen Orhan, bir öyküsünde, “Keşke kadınlar olsaydı topların, tüfeklerin başında, çiçekler yağardı toprağına taşına…” diye yazdığını, ezilen herkese karşı duyarlı olduğunu ama günümüzde kadınlara karşı artarak devam eden şiddet ve adaletsizliğe karşı ister istemez kadınlara karşı duyarlılığım arttığını söyledi.

ORHAN: “BU KENT MADENCİYE ÇOK ŞEY BORÇLU”

Sevda Orhan kitabın yazım serüvenini şu sözlerle anlattı: “Kitap yazmak kolay bir iş değil. Pandemi dönemince evde oturup kendimi dinlemek istemedim. Grizuda ölenlerin köylerine gidip orada eşlerini kaybetmiş kadınlarla söyleşi yaptım. Kimi olanca samimiyetiyle konuştu, kimi de konuşmak istemedi. Hastanede bir madenci kızıyla tanıştım. Bir banka şubesinde grizuda ölen madencinin parasını alan bir kadının o an yaşadığı duyguya şahit oldum. Aldığı parayı belindeki kuşağına sararken gözyaşlarına engel olamıyordu. Onun konuşmaları beni çok etkilemişti. Yazdığım öykü kitabını madenci ailelerinin ve çocuklarının okumalarını çok isterim. Madenciler, ‘Yukarıda açlık var, yerin yedi kat altında ölüm. Yukarıdaki açlık kesin ama yerin altındaki ölüm olasılık’ derler. Bu kent onlara çok şey borçlu. Ben borcumun bir kısmını yazdığım öykü kitabıyla ödediğimi düşünüyorum. Öykü, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları anlatır. Benim yazdıklarım tamamen yaşanmış olaylardır.”

COŞGUN: “BU BİNAYA ÇÖKMEK BİR KENT SUÇUDUR”

Söyleşinin son bölümünde Kürşat Coşgun sözü Maden Mühendisleri Odası binasının iktidar güçlerince ele geçirilmeye çalışılmasına getirdi. Coşgun konuşmasında, binanın kentin kültürel ve sosyal yaşamındaki önemine dikkat çekerek, “Bu salon kentin yüreği, nabzının attığı bir yer. ZOKEV dahil birçok kurum kültürel etkinliklerini burada yapıyor. Bundan rahatsız olanlar var. Belki de bir sonraki etkinliğimizi artık burada yapamayacağız. Bütün duyarlı insanları buraya sahip çıkmaya çağırıyorum dedi.

ÖZTÜRK: “MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI ZONGULDAK’TA TOPLUMSAL MUHALEFETİN KALBİNİN ATTIĞI YER”

Daha sonra aynı konuda söz alan Çevre Koruma Derneği Başkanı ve Yaşanabilir Zonguldak Platformu sözcüsü Ahmet Öztürk de “Yazmış olduğu öykü kitabıyla kentimizin yarasına parmak basan sevgili öğretmenimiz Sevda Orhan’ı kutlayarak konuşmama başlamak istiyorum. Ama bu kısa konuşmamın konusu kitap değil, şu anda içinde konuğu olduğumuz bu bina. Burası sadece Zonguldak’ın kültürel ve sanatsal faaliyetlerin sürdürüldüğü bir yer değil. Eğer buraya o gözle bakarsak haksızlık etmiş oluruz. Burası Zonguldak’ta bütün bir toplumsal muhalefetin kalbinin attığı yerdir.” dedi.

ÖZTÜRK: “ODANIN KENTİN SOSYAL DÖNÜŞÜMÜNDE ÇOK ÖNEMLİ YERİ VAR”

Şimdi hayatta olmayan sendika, baro ve öğretmen örgütlerinin öncülüğünü yaparak hayat verdikleri Zonguldak Demokrasi Platformu’nun temellerinin burada atıldığını vurgulayan Öztürk, “1991 yılında büyük madenci grevinin hepimizin gözünü yaşartan kent burada örüldü. Ellili ve altmışlı yılların fotoğraflarında görüyoruz. Maden işçileri, pavyonlarda tahta masalarda çelik kaplardan tahta kaşıklarla yemek yerken, oluşan kast sistemiyle, maden mühendisleri özel garsonların servis ettiği beyaz örtülü masalarda yemek yerdi. Burası, o maden işçilerini taht masalardan kaldırıp beyaz örtülü masalarda yemek yemeye başladığı yerdir. Kentin sosyal dönüşümünde çok önemli bir yer tutarak ülkenin aydın kentlerinden birinin yüzünü oluşturmuştur.” dedi.

ÖZTÜRK: “SESSİZ KALAN HERKEZ VEBAL ALTINDA”

Salonda bulunan GMİS yöneticilerine hitaben, “Bu anlamda burada bulunan sendika ve oda başkanlarıma bir kez daha seslenmek istiyorum. Maden Mühendisleri Odasının tahliyesini isteyerek buraya çökme amacını güdenlere karşı lütfen sessiz kalmayalım.” diyen Öztürk konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Odanın tahliye sürecine sessiz kalan tüm kurum ve kuruluşlar vebal altındadır. Tüm sivil toplum örgütlerine sesleniyorum kent suçu ile mücadele edenlerin yanında olun ve haksızlığı her yerde anlatın. Burası Gazipaşa Caddesi’ndeki tuhafiye dükkânı gibi açılır kapanır bir dükkan değildir. Herkesi bu konuda duyarlı ve mücadeleci olmaya çağırıyoruz.” diyerek sözlerini tamamladı. Programın Sevda Orhan’ın kitabını okuyucularına imzalamasıyla son buldu.

Editör: TE Bilisim