25 Mart 1942 tarihli Yeni Zonguldak, “Behçet Necati” imzasıyla yayınlanan makale...

YAĞMURLU BİR AKŞAMDA...

Bu akşamki treni, uğurlayacak yolcusu olmadığı halde, selametlemeye yalnız iki kişi geldi: Bir çiseleyen yağmur, bir de bu satırların sahibi.

Lokomotif, ikimize de veda dumanları yollayarak, demir köprü bitimindeki karanlık oyukta kayboldu. Son vagonda tünelin içine koyunca, peşlerinden köprübaşına kadar gittim. Akmaktan ziyade kımıldayan, kapkara, yapışkan bir su, bütün sevincimi alt üst etti. Geri döndüm. Hat boyunda, karşılıklı bakışan boş vagonlar arasında, bu uzun, üstü açık koridorda yürüdüm. Damlalar, çinko levhalar ucundan boşluğa sarkıyor ve aynı noktaya düşen her su yuvarlağı, bir çivi gibi toprağı deliyordu. İçimden toprağa acımak teklif eden bir hissi, ilk adımda yanımdan uzağa sürdüm.

Ray kenarına dökülmüş, traversler üstünde kalmış kömürleri toplayan çocuklarla, baharın geciktiğine dair laf attık. Konuşmamız bizi uzak konulara, ekmeğe ve ıslaklara gözlü, ele avuca sığmaz bir buzağı bıraktı. Kütükler arasındaki parça, kırık taşlar, makine yağlarıyla kararmıştı. Yazıları kirden okunmaz olmuş Karabük vagonlarının daralarını öğrendim. Peş peşe sigaralar, boğazımı yakıyordu. Kocaman tekerleklerin kapaklarını açarak içerilerine yağ döken adam, karşıki hastanenin, bugün pek erken ışık yaktığını hatırlattı. Akşam, her zamankinden önce inmiş ve makine yağları üzerinde yaşaran çimenlere bakarak Allah’ın büyüklüğüne, bir kere daha emniyet ettik. Bu iman tazelemesi şerefine, yeniden iki sigara dudaklarımıza birer imza gibi yapıştı.

Yağmur ayaklarıma bedavadan cila vuruyordu. Islak paçalarıma aldırmayarak makas fenerlerindeki yeşil camlarla oyalandım. Büyük bir acele ile hat değiştirmeye koşan azgın bir lokomotif, beni koyu dumanlar içinde bıraktı. Yapraksız küçük çınarlarda şubat ayının unutup gittiği kozalaklardan koparıp paltomun ceplerine koymak istedim. Bir kömür işçisi, benden saati sordu, kozalakları unuttum. Mezbahadan doğru gelen dere, büyük taşların bulunduğu yerlerde beyaz köpükler çizerek, biraz ötemden akıyordu. Sular, yıllardır ayaküstü oluşan usancı içinde uyuşuk bir bezgindiler.

Yağmur, sadık bir köpek gibi peşimi bırakmadı. Şehir caddelerinde ben önde o arkada, beraber dolaştık. Sonra vaktin çok geç olduğunun farkına vardım ve elimi uzattım. Islak dilin temasını, elimin üstünde son bir kere duydum ayrıldık.”

Zonguldak Nostalji

Editör: TE Bilisim