Zonguldaklı yazar Metin KÖSE,



Neden Zonguldak'ı yazıyor?



Zonguldaklı yazar Metin Köse altıncı kitabını çıkardı. Zonguldak'ı, Madenleri yazan ve Zonguldak tarihine ışık tutan Yazar Metin Köse; Tempo'ya konuştu...



 



Tempo: Öncelikle yeni romanınızı kutluyoruz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz.



Metin Köse: Devrekliyim ancak Kozlu İncir harmanı’nda büyüdüm. Babam Baş madenciydi. 304575 sicil nolu Hasan Köse. İlk-Orta-Lise hep Kozlu. Fırat Üniversitesi Matematik mezunuyum.



Tempo: Matematik mezunu bir yazar. Bu kaçıncı kitap oldu?



Metin Köse: Teşekkür ederim. Altıncı kitap. Yedincisi de bitmek üzere.



Tempo: Sürekli yazıyorsunuz o zaman.



MK: Evet. Boş durmayı sevmiyorum. Okumak ve yazmak benim yaşam iksirim. Bir Zonguldak benzetmesi yapacak olursak; sürekli kömür çıkaran bir madenci gibiyim. Ne de olsa baba mesleğim.



Tempo: Güzel bir benzetme oldu. O zaman buradan devam edersek; bu madenci hiç göçük ve grizu ile karşılaşmıyor mu? Karşınıza çeşitli engeller çıkmıyor mu?



Metin Köse: Engel olmaya çalışanlar oluyor tabi!Çirkin iddialarla-intihal yaptı, kitabında iki yüz yalan, yanlış var- diyenler. Dava açtığını söyleyenler var. Ortada dava falan yok ancak dava dedikodusu çok. Sonuçta ben yazmaya devam ediyorum. Kısacası ben üretiyorum.



Tempo: Yeri gelmişken bugüne kadar bu iddialarla ilgili bir açıklamanız olmadı.



Metin Köse: Aslında geçen yıl Zonkişot Dergisi’ne bunu anlattım. Çünkü suskunluğumu -sükut ikrardan gelir- diye yorumlamayanlar oldu. Oysa ben enerjimi tartışmaya değil kitaplara harcamak istedim. Fakat bazen bu kaçınılmaz oluyor. Çünkü gördüm ki; özellikle üniversite, belediye, Çelikel Lisesi ve basın camiasında kitaplarımla ilgili bir yalan rüzgarı estirmişler.



Tempo: Bu iddia tam olarak nedir?



Metin Köse: Birisi bir kağıda; davalı Metin Köse, davacı (kendi adı) yazarak,  Mükellefiyet Romanımı -sözde intihal yaptığım gerekçesiyle- dava açılmış gibi gösterip, bu yazdıklarını yayınevlerine, gazetelere ve Zonguldak’taki tüm kurumlara göndermiş. Şunu net olarak söylüyorum ki; böyle bir dava yok. Bu kuyruklu bir yalan. Bu kıskançlıkla ortaya atılan bir iftiradır. Mükellefiyet Romanım yayınlanalı tam sekiz yıl oldu. Sonrasında üç kitabım daha çıktı. Bu iftiraları atanlar sekiz yıldır neden beni mahkemeye vermezler de, verdik diye konuşurlar!



Tempo: Yani kitabınızla ilgili böyle bir dava yok mu?



Metin Köse: Tabi ki yok! Fakat dava dedikodusu çok. Burada asıl niyet hakkımda bir algı yaratmak. Doğrusu bu yalan rüzgarında başarılıda olmuşlar. Belediye Başkanı, Rektör, Çelikel Lisesi ve gazeteleri bu yalan rüzgarına inandırmışlar.



Tempo: Madem böyle bir iftiraya uğradınız siz neden dava etmiyorsunuz?



Metin Köse: Ben üretmeye çalışıyorum. Onlar beni meşgul edemezler. Bugüne kadar hiç kimsenin yapmadığı Zonguldak Madenleriyle ilgili üç kitap (Mükellefiyet, Göl Dağı, Büyük Yürüyüş) yazıyorum ve kitapları ülkenin en büyük yayınevinden çıkıyor. İmzalayıp Valilik, Belediye, Üniversite, TTK, GMİS, Maden Mühendisleri Odası’na gönderiyorum. Hiç biri geri dönüp de -aldık, teşekkür ederiz- bile demiyor. Ben hepsini tek tek arayıp -ulaştı mı- diye soruyorum. İşte bütün bunlar bir iftiranın bir dedikodunun sonucudur. Bu arada bu kurumların adını kendilerinden bir davet beklediğim için vermedim. Sadece bu davranışlarını edebiyat tarihine not düşmek istiyorum.



Tempo: Doğrusu bunları açıklamanız iyi oldu.



Metin Köse: Dahası var. Bakın bu insanlar iddialarına dayanak oluşturabilmek için Mükellefiyet romanımı Ergenekon davasından Silivri Cezaevinde bulunan bir siyasi ile bir yazara götürdüler. Aldıkları yanıtla komik duruma düştüler. Düşünün kıskançlık bu kadar basit bir duygu işte.



Tempo:  Kitabınızı kimlere götürdüler?



 



Bu düşmanlık değil de nedir?



 



Metin Köse: Bunu Zonguldak’ta bir basın toplantısında açıklayacağım.



Tempo: Bugüne kadar neden suskun kaldınız?



MK: Ben üreten bir insanım. Üreten insan bu işlere zaman harcamaz. Ben yazmadan önce 1991 Madenci Yürüyüşünü anlatan bir roman yoktu. Ben yazmadan önce I. Mükellefiyeti (Dilaver Paşa Nizamnamesi) anlatan bir roman da yoktu. Ne kadar acı değil mi? Ancak ben bırakın takdir edilmeyi sürekli engelle karşılaşıyorum. Bu düşmanlık değil de nedir? Bir gazeteci; Büyük Yürüyüş romanınızda 1992 Kozlu Grizusu faciasında -Macar usulü patlatma- dan söz ediyorsunuz, Maden Mühendisleri Odası Başkanı’na sordum -Metin Köse bunu nereden çıkardı bilmiyorum- dedi, diyor. Bunun için yayınevini arayıp bunu düzeltin dedim, diye de ahkam keserek yazıyor.Yani hep bir karalama, hep bir iğneleme. TRT Ankara’dan gelip Kozlu grizusuyla ilgili çektiği belgeselde -Macar usulü patlatmayı anlatırken, Maden Mühendisleri Odası’nın bundan haberi yok.



Tempo: Peki siz bu detaylara nerden ulaşıyorsunuz?



Metin Köse: Ben bir romanı yazmadan önce en o konuyu en ince noktalarına kadar araştırıyorum.Bu bazen bir yılı aşar. Sonra ilgili kişilerle defalarca görüşmelerim olur. Kitap yazmak ciddi bir iştir. Ben işimi ciddiye alıyorum. Bu kadar net.



Tempo:  Bütün kitaplarınızda bu araştırmaları yapar mısınız?



Metin Köse: Tabiki. Ben yazdığım her sözün arkasındayım. Açıkçası sorumluluk alıyorum. Yeni çıkan kitabım Aç Kapıyı Ben Geldim içinde böyle oldu. Safranbolu tarihini detaylarıyla araştırdım. Gidip gezdim. Orada kaldım. Arasta Çarşısı, Cinci Han, Safran nasıl ekilir, Safrandan nasıl yemekler yapılır. Yerel tarih araştırmacılarıyla Ünsal Tunçözgür ve Selim Gültay ile sayısız görüşmelerim oldu. 1924 yılında Kıranköy’deki 485 hanede yaşayan 3.212 Ortodoks Hristiyan mübadil olarak Skydra (Yunanistan)‘a gönderilmiş. Gerçek isimlerine kadar bu romanda yer alıyorlar. Ayrıca Kıranköy’de 1860 yılında çıkan yangından dolayı Çaycuma’ya yerleştirilen 40 aile var. İnsanların ne hissettiklerini, duygularını yazabilmek için çok yoğun bir araştırma yapıyorum. Empati kurmaya çalışıyorum.



Tempo:  Sizin madenlerle ilgili Zonguldak Üçlemeniz var. Sonra da Aç Kapıyı Ben Geldim kitabınızda da Safranbolu’yu yazdınız. Orası da Zonguldak zaten. Neden hep Zonguldak’ı yazıyorsunuz?



Metin Köse: Şimdi yazdığım Amasra. Yani yine Zonguldak. Bunu şöyle açıklayabilirim. Genel tarihi okullarda öğreniyoruz zaten. Oysa bir de yerel tarih var. Yaşadığımız mekanları, buralarda yaşananları bilmemiz gerekmez mi? Rus Yazar Alexandre Puşkin -Goryuhino Köyü Tarihini yazdıktan sonra "köyümün tarihini yazdım öylesine mutluyum ki" diyor. Bu beni tetikledi diyebilirim. Kozlu da çocukken Öküşne’ye yüzmeye giderdik. O zamanlar (Öküşne- kelimesini büyüklere sorardım. Hiç kimse bilmiyordu. Buranın adı Helence -Oksinas-  yani -üç koy) demek. Kozlu-Öküşne-Değirmenağzı. Amasra adı da Kraliçe Amastris’den geliyor. MÖ 300’lerdeki adı Sesamos. Yaşadığımız yerlerdeki tarihi bilmeliyiz.



Tempo: Amasra ile Zonguldak bölgesi bitiyor mu?



Metin Köse: Evet! Bir Zonguldaklı olarak bu benim görevim. Ve en az Puşkin kadar mutlu olacağım. Ancak ben bir kitabı yazarken sonraki kitabımın konusu da bellidir. Bu yıl aldığım bir kararla çalışmalarımı daha da hızlandırdım. Amasra kitabı bu yıl bitecek. Seneye yeni bir kitap bitirmek istiyorum. Hedefim her yıl bir kitap. Tıpkı Japon Yazar Haruki Murakami gibi.



Tempo:  Biyografinizin dışına çıkacak olursak, insan olarak Metin Köse nasıl biridir?



Metin Köse: İnsanlara faydalı olmaya çalışan, empati kuran biri. Birkaç yıl önce gazeteci Selahattin Duman’ın bir sözü üzerine Mesneviyi seslendirdim. Duman, "Mesnevi okuyan iki kişi görmedim" diyordu. İnsanların Mesnevi okumasına aracı olabilmek için önüme gelene rica minnet Mesnevi aldırdım. Tüm çabalarıma rağmen ancak 18 kişiye aldırabildim. Baktım bu iş böyle olmuyor. Yolda Mevlana’nın "dinle" şiirini okurken (ben yürürken sesli olarak şiir okurum) "dinle" dediğimde bende jeton düştü. İnsanların Mesnevi dinlemesini sağlamalıyım, dedim. Bu yüzden, iki yıl boyunca, her akşam, üç saat, aç karnına stüdyoya girip Mevlana’nın Mesnevisini seslendirdim. www.metinkose.com.tr ye yükledim. İsteyen herkes, telifsiz olarak dinleyebiliyor, indirebiliyor. Düşünebiliyor musunuz 6 cilt Mesnevinin tamamı sesli olarak hazır. Dünyanın her yerinden bana teşekkür mailleri geliyor. Öyle mutluyum ki.



 



 



Bazı sahneleri yazarken ağladığımı biliyorum



Tempo:  Bundan sonraki hedefiniz nedir?



Metin Köse: Benim hedefim Balzac. Fransız yazar Honore de Balzac gibi eserler verebilmek en büyük arzum. Bunun için sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Kendimi çok ağır eleştiren biriyim. Yaptıklarımı asla yeterli görmem. Hep "daha iyi olmalıyım" düşüncesini taşırım. Yani daha çok okumalı, daha çok yazmalıyım. Bu yüzden beğendiğim yazarların yaşamlarını, nasıl yazdıklarını araştırıyorum. Bu konudaki kitapları, belgeselleri tek tek inceliyorum. Bu öylesine yoğunlaşıyor ki, yazmak dışında hiçbir sosyal aktivitem kalmadı, kendimi çoğu zaman yalnız hissederim. Açıkçası çevremdeki insanlardan çok farklı bir dünyada olduğumun bilincindeyim. Bazı sahneleri yazarken kendimden geçip ağladığımı bilirim. Benim için yazmak; kağıtta gezinen bir kalemin, ya da tuşlara dokunan bir parmağın fiziki ilişkisinden çok ötelerde bir olay. Çok anlamlı bir olay. Yazmak büyük bir haz. Büyük bir tutku benim için. Büyük Yürüyüş’ü yazarken şehit madencilerin morgda görevlilerce nasıl yıkandıklarını videoda iki kez izledim. Günlerce uyuyamadım. Bir olayın duygusunu yakaladığımda kendimden geçiyorum. Göl Dağı’nda Kozlu’yu anlatırken de öyle oldu. İstanbul kitap fuarındaki imza günüme bir kadın geldi, "Kozlu’yu görmek istiyorum" dedi. Betimlemeden öylesine etkilenmiş ki; Kozlu’yu görmeye karar vermiş. Bunlar bir yazar için çok büyük mutluluk. Çünkü kelimelerle fotoğraf çekiyorsunuz. Kelimelerle resim yapıyorsunuz. Demek istediğim yazmak, çok kompleks bir olay. Yazmak, harflerle kelimelere, kağıtlara duygu yüklemek. Büyük yazarlar bunu çok güzel yapıyorlar. Viktor Hugo, Tolstoy, Balzac, Aytmatov bu yüzden büyük yazarlar. Kozlu’yu görmek istiyorum diyen okuyucum bana Aytmatov’u hatırlatmıştı. Moskova Kızıl Meydan da bir Kazak Kadın Cengiz Aytmatov’a  "Akbaran ben" diyerek eliyle göğsünü dövmüştü. Çünkü bu kadın, "dişi kurdun rüyaları" romanındaki anne kurt -Akbaran- ile kendisini özdeşleştirmişti.



Tempo:  Bütün bunları yazarken okumaya nasıl fırsat buluyorsunuz? Kaç kitabınız var?



Metin Köse: İki bin den fazla. Ben daha çok dünya klasiklerini ve Kazım Taşkent serisinin kitaplarını seviyorum. Bir de şairler var tabi. Daha çok tematik okuma yapıyorum. Bir konuyla ilgili tüm kitapları okuyorum. Devamlılık için: Bir kitabı okuyup bitirdiğimde hemen başka bir kitaptan 3-5 sayfa okuyup öyle ara veririm ki, böylece yeni kitaba da başlamış olurum. Ayrıca kitabın önemli bulduğum satırlarının altını çizerim. Aslında bu gerçek anlamda düşüncelerimi programlamak gibi oluyor. Sayfanın kenarlarına yıldızlar koyarım. Sonra arada bir okuduğum kitaplara göz atıp o işaretli yerlere bakarım. Bunun yanında kitabı mutlaka koklarım. Bu size komik gelebilir ancak kitabı hissetmelisiniz. Kedimi ya da bir çocuğun saçlarını sever gibi kitabın kapağını okşarım. Çünkü o sıradan bir kağıt parçası değildir. O sizin bedeninizden bir bölümdür. Onda sizin tüm duygularınız vardır. Yazmak ve okumak aslında tam bir duygu olayıdır. Ve insanları insan yapan duygularıdır. Yoksa hepimiz et-kemik yığınıyız. Bizi iyi-kötü-güzel-çirkin yapan duygularımızdır. Bu yüzden ben yazarken aslında duyguları yazıyorum.
Editör: TE Bilisim