Kentler de tıpkı insanlar gibi farklı kimlik özelliklerine sahiptir. Bu kimlik, kentin kuruluşundan günümüze kadar değişmeyen fiziki ve coğrafi yapısıyla hayat bulur. Kentler elbette gelişecekler, büyüyecekler, çağın koşullarına uyum sağlayacaklardır, ama kentlerin kuruluş aşamasında oluşan çekirdek kent dediğimiz yerleşim yerlerinin korunmasına azami dikkat gösterilmelidir.



Çünkü çekirdek kent denilen yerleşim yerleri aynı zamanda kentin hafızasıdır. O nedenle kentte yaşayanlarda kentlilik bilincinin oluşmasında önemli role sahiptir. Kentte yaşayan her yaştan insan, çocukluğunda veya gençliğinde arkadaş guruplarıyla veya sevgilileriyle gittikleri sinemaları, pastaneleri, mesire yerlerini, alışveriş yaptıkları bakkal, kasap, manav dükkanlarını, eski binalarıyla sokaklarını, çarşılarını o zamanki haliyle bulabiliyorlarsa o insanlarda kente karşı bir aidiyet duygusu gelişir.



Aidiyet duygusu da kişide, kentine sahiplenme ve kentine karşı sorumluluk duygusunun gelişmesine, kısaca kentlilik bilincinin oluşmasına vesile olacaktır. Kentlilik bilincine sahip olan insanların yaşadığı kentlerin gelişmesi de daha sağlıklı olacaktır. Çünkü bu insanlar, seçilmiş belediyeleri kentin çıkarı lehine yönlendirebilecekleri gibi, rant uğruna, partizanlık adına kentin doğal yapısını bozacak, imara aykırı yapılaşmalara göz yumulmasına da engel olacaklardır. Böylece kentin parkları, bahçeleri, yeşil alanları, tarihi yapıları daha titizlikle korunacak ve kent daha yaşanır hale gelecektir…



Yaşadığımız kente gelince. Ne yazık ki kurulduğundan bu yana sadece gelmiş geçmiş belediyelerin insafına terk edilen kent adeta talan edilmiş durumda. Bu bağlamda tarihi yapılar birer birer yok edilirken, yeşil alanlar da acımasızca beton yığınına dönüştürülmüş. Kent talanı bugün de tüm hızıyla sürmekte.



Bina yapılacak yeşil alan kalmayınca da neredeyse yerden 90 derece açıyla yükselen kayalar üzerine bile aylarca hafriyat yapılarak çok katlı binalar dikilmekte. Çok katlı binalar dikilirken ne park yeri, ne de yol gibi sorunlar da kimsenin aklına gelmiyor. Bazı binaların önünde bırakın bir araçlık park yerini, yaya kaldırımına bile yer bırakılmamış; üstüne üstlük zemin katın üzerindeki katlar bir metreye yakın öne çıkarılmış.



Her an yoldan geçen bir kamyon evin içine dalabilir vaziyette. Şehrin göbeğinde böyle imar katliamlarına belediyelerin göz yumması bir yana, bina sahiplerinin aklına da şaşmak lazım. Binalarını yarım metre öne çıkarmayı kar sayan açıkgöz mal sahipleri, aslında binalarının daha da değer kaybettiğinin farkında değiller…



Zonguldağımızın kent hafızası adına mutlaka titizlikle korunması gereken Mithat Paşa, Soğuksu, Acılık semti ve buralara açılan Kadırga Yokuşu ile Müftülük Yokuşunda kentsel dönüşüm adına neredeyse eski bina kalmadı. Oysa dünyanın hiçbir yerinde kentin hafızası olan tarihi mekanların, bırakın kentsel dönüşümü bir tuğlasına bile dokunulmasına izin verilmez.



Denilebilir ki buralarda bulunan binalar depreme dayanıklı olmadığı için kentsel dönüşüme tabi tutulmuştur. Oysa bu binalar aslı bozulmadan ğüçlendirilerek korunabilirdi. Ama kentsel dönüşüm adına yapılan şey, artık herkesin malumu olduğu üzere tamamen ranta dönük bir yapılaşma. Çünkü yıkılan bina dört katlıysa yerine yapılan sekiz on kattan aşağı olmuyor. Bu arada kentin kimliğini yitiriyor olması da kimsenin umurunda değil.



Zonguldaklıların anılarında önemli yer tutan, Gürol sineması, Zevk sineması, Konak sineması, Akay sineması ve Yeni Melek sineması artık yok. Diyelim ki bu sinemalar konjonktürün kurbanı oldular, ama son yıllara kadar faaliyetini sürdüren Belediye sinemamız el değiştirince gişelerini kapatmasını anlamak mümkün değil.



Yine eskilerin hafızalarına kazınan Mavi Köşe, eski İstanbul Pastanesi, Cici Bakkal gibi ünlü mekanlar da rantsal dönüşümün kurbanları oldular. Fevkani köprüsünün İstasyon ayağı tarafında tarihi binalar yıkılarak yerine yapılan Oniki katlı iş merkezi adeta kentin kalbine saplanmış bir hançer gibiydi. Keza sahil düzenlemesi adına tarihi ulaştırma binasının yıkılması da kentin hafızasına vurulan bir başka darbeydi.



Birde Cumhuriyetle yaşıt eski Devlet Hastanesinin durumu da içler acısı. Tarihi binanın her iki tarafına hangi akla hizmetse ucube ekler yapılmış. En gücüme giden de; iyi fırınlanmış kestane ağacından imal edilmiş ve zamanın el oymacılığı sanatının eşsiz örneklerinden olan hastanenin 90 yıllık ana kapısıyla birlikte tüm kapı ve pencerelerinin güya aslına uygun olarak değiştirilmiş olmasıydı. Üstelik gözlemlediğim kadarıyla yeni kapı pencereler daha aradan iki yıl geçmeden çürümeye yüz tutmuştu.



Şimdilerde kentin başında 1300 kişilik sembol cami adı altında bir cami projesi var. Cami yeri olarak da Tır parkı alanı seçilmiş. Zonguladağın en göz alıcı yerine yapılıyor ki, cümle alem kentin ne kadar Müslüman olduğunu görsün. Bu cami, yapılma amacından da anlaşıldığı gibi bir ihtiyaçtan değil gösteriş için yapılıyor. İhtiyaç için yapılmadığı şuradan belli ki, bu caminin yapılacağı yerin çok yakınında dört adet cami bulunuyor. Üstelik caminin yapılacağı yerde cemaat yok.



Yani yakınında bir mahalle veya bir iş yeri bulunmuyor. Zaten diğer camilerde toplu kılınan namazlar dışında çok az sayıda insan namaz kılarken, yeni yapılacak caminin, cenaze namazları dışında boş kalacağı apaçık ortada. Kaldı ki, Acılık semtinde sembol sayılabilecek yeterli büyüklükte Hz. Ali camisi mevcuttur. O nedenle yeni yapılacak olan bu devasa cami, kamu israfından başka bir şey değildir.



Oysa dinimize göre gösteriş de israf da haramdır. Bilmeyenlerin; En’am suresinin 141. ayetini, A’raf suresinin 31. ayetini, Isra suresinin 26. ayetini, Nisa suresinin 36 ve 38. ayetini, Enfal suresinin 47. ayetini okumalarını öneririm. Ayrıca peygamberimizin, “Abdest alırken bir ırmak kenarında bile olsan suyu tutumlu kullan” hadisini hatırlatmak isterim.



Kente karşı bu kadar suç işlenirken, halkının duyarsız kalması nasıl izah edilebilir?



Kovboy filmlerinde ünlü bir deyiş vardır, “Altın biter kovboy gider” diye. Yani kovboy, altın madeni bulduğu yere bir kent kurar; altın bittiğinde de kendi kurduğu kenti yüzüstü bırakıp terk eder.



İşte benim gözümde Zonguldak ta böyle bir kent. Böyle başka bir kent örneği de yok ülkemizde. Bölgede taşkömürü işletmeciliği başlayınca yerlilerin rağbet etmeyip, bilhassa Doğukaradeniz bölgemizden buraya akın eden insanların kurduğu bir kenttir, Zonguldak. Kömür işletmeciliği yok olmaya yüz tutunca da terk edilen bir şehir haline gelmiştir.



Kovboy misali buraya sadece para kazanmaya gelen insanlar, en azından birinci kuşak, geldiği illerin kimliğini titizlikle korurlarken bir türlü Zonguldaklı olamamışlardır. Zonguldaklılık bilinci oluşmayınca da kent sahipsiz kalmıştır.



Zonguldak’ın bu içler acısı hale düşmesinin sanırım başka bir izahı yok…