“Tarih okumak insanı akıllandırır.” Francis Bacon

Tarih yazmak çok zor bir iştir. Ağır sorumlulukları vardır. Ayrıca yoğun emek ve olağanüstü bir bilgi birikimi gerekir.

Osmanlıca sözlükte bu konuyla ilgili tanımlamalar şöyledir:

Târîhnüvis: Tarih yazan.

Târihşinâs: Tarihçi, tarih bilen, tarihten anlayan.

Tarih; görevli memurların olup biteni yazmasıdır. Ebetteki görevli memurlar devlet veya egemen otoritenin denetiminde olan bir görevliler topluluğudur.

Daha sonraları yazına “Sosyal Tarih” kavramı da girecektir. Bu tarih anlayışı egemenlerin dışında kalan halkın tarihidir. Benim için önemli olan budur. Bu durum Brecht’in yukarıdaki şiirinde açık açık yansıtılmıştır.

Birde bu tanımlamalara tıpatıp benzediği zannedilen; konuşma dilimizde ve günümüz yazılımında çok yapılan bir hata vardır ki, oda şudur:

“Tarîh”; İşe yaramadığından dolayı bir yana atılmış şey. Yani işe yaramaz anlamını taşımaktadır. Yani “Tarîh” yazıp, “Tarih” yazdığını zannetmek. Tarih yazılımında bütün mesele budur. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Ülkemiz üç ayrı resmi tarih yazılımı etkisindedir.

İlki; Padişahları ve bazı sadrazamları yücelten, Abdülhamit devrinin sonuna kadar devam eden tarih yazılımları.

İkincisi; 1908 Meşrutiyet devrimiyle başlayan İttihat Terakki dönemi tarih yazılımları.

Üçüncüsü; Cumhuriyet dönemi resmi tarih yazılımları.

Bu yazılımların birbirinden farklılığı, her dönem bir önceki dönemi tu kaka derken, bir öncekilerin yeni döneme tu kaka demesidir. Yani değişen, egemenlerin birbiriyle iktidar kavgasının yansımasıdır.

Osmanlı’da, resmi tarih yazılımlarına karşı çıkıp halkın tarihini yazanlarda ortaya çıkmışlardır. Bunlar egemenlerin her döneminde baskı altında tutulmuş çoğu da ezilmiş ve katledilmiştir. Bu süreç başlı başına bir incelenme konusudur. Her dönemde halk ezildiği için bu tip yazılımlar genel anlamda,“Halkın Tarihi” yazılımıdır. Yani “Sosyal Tarih” yazılımıdır. Bu tarih yazılımları özellikle sanayi devriminden sonra emek ve sınıfsal kavramların ortaya çıkmasıyla işçi sınıfına ve sömürüye yönelik tarih anlayışı ağırlıklı yazılmışlar, zamanla da tarihsel sürekliliğin zorlamasıyla enternasyonal bir yazılıma doğru yönelmiş, bütün ülkelerin proletaryasını bir bütünlük içinde ele almışlardır.

Eskiden Zonguldak’ta çok az araştırma yapılırdı. Bizden önceki kuşakta kendi yaşadıklarıyla veya elinin altındaki resmi evraklarla bazı şeyleri gün yüzüne çıkartmaya çalışanlar olmuştur mutlaka. Biz bunların çoğunu önceleri başımıza taç yaptık ama araştırmalar derinleştikçebunların itibarları araştırmacılık veya samimiyet açısından gittikçe sönümlendi. Yetersiz ve temelsiz bulunmaya başlandı.

Özellikle sözlü veya yazılı röportajlar somutluk taşıyan belgeyle desteklenmeden “sözlü tarih” sayılmaya başlandı. Tabii ki bir ‘sidik yarışı’ gibi de algılanan ‘araştırmacılık’, bir “atmasyon” kazanına,“kes yapıştır” teknolojik palavracılığına ve fırsatçılığa dönüştü. Tabii ki bu fırsatçılığı savunurken de sürgit devam eden bir sahtekârlık da hüküm sürmeye başladı.

Özellikle bazı kişilerin “tarihçiyim” ifadeleri karşılık bulmasa da maalesef çok fazla söylenir oldu. Bu söylemin özellikle de “tarihçilere” karşı bir saygısızlık ve haksızlık taşıdığının da farkına varılmadı.

Bu dönem “yerel tarihçi kavramıanılmaya başladı. Oysa yazında “yerel tarihçi”; tarihçilerin yerel tarih çalışması anlamını taşır. “Yerel Tarih Çalışması”,sözlü tarih çalışmasıyla birlikte anılır. Çalışanların tarihçi olup olmaması, yerel tarih bulgularını ulusal ve enternasyonal plandaki çalışmalarla eklemlemelerinden, çalışma kalitesindenve referanslarından belliolur.

Tarih yazıyorum, tarihçiyim diye ortalıkta hava basmak veya kendinden “falan tarihçi” şekliylebahsedilmesindenmutluluk duymak, bazı yalakaların, dallamaların “tarihçi falanca bey” demeleri de insanı tarihçi yapmadığı gibi birilerinin arkasından dedikodu yapmak da insanı tarihçi yapmaz.

Kentimizde iyi veya kötü bir kent araştırması yapılmaya başlandı, bu 12 Eylül’den evvelki mücadelenin12 Eylül’den sonraki yansımasıdır. Bu, ilk önceleri “sınıf” kavramından kalkarak, sınıf, emek ve sosyalizm mücadelesi hedef alınarak yazılmaya başlandı.

Yazılanların sınıfa ve emek tarihine katkısı ve bunlara ihanet edilip edilmediği temel alınırdı.

Sonraki yıllarda gerici iktidarların Cumhuriyete, demokrasiye, insan hak ve hürriyetlerine saldırması ve dinci bir faşizme doğru hızla yükselmesiyle sosyalistlerin araştırmalarında Cumhuriyete ve ülkeye sahip çıkma yönelişleri de görülmeye başladı.En önemlisi de Cumhuriyete ve ülkeye sahip çıkmanın tarih ve sınıf bilinciyle alakası da açık şekilde görüldü. Çünkü karşı devrimcilerin sinsice cumhuriyet tarihine saldırmasıyla, cumhuriyetten ve kurucularından kalan miraslar tek tek yıkılarak yerlerine dinci yobaz ve hainlerin isimlerini alan yapılar yükseldi. Korkunç bir cumhuriyet düşmanlığı ve buna bağlı şeriatçı söylemler çığ gibi yükseldi. Ülkesini, cumhuriyeti, demokrasiyi ve çağdaş hukuk sistemini savunanlarda kendini göstermeye başladı. Tabii ki şeytanda boş durmayacak. Onlarda bazı pisliklerini para denen ambalaj kâğıtlarına sararak, bir güzel yayacaklardır. Bunun için en müsait zehirleme aracı tarihtir. Maalesef çok yerlerde bilerek veya bilmeyerek, paraya yenilerek birçok aydın müsveddeleri paranın ambalaj yapıldığı bütün pislikleri kabullendiler ve yaydılar. Bunu yaparken de kendilerini çağdaş, demokrat ve cumhuriyetçi diye lanse etmeye devam ettiler.

Tabii ki hoşgörü sınırlarını aşan durumlarda elbette ki bunlara müdahale edenler olmuştur. Elbette ki sahtekârlıkları da sırıtmaya başlamıştır. Tabii ki bunların dirençleri halk ile para arasında kalmıştır. Bazıları hatasını anlamıştır, bazıları da para hırsına yenilmişlerdir.

Tabii ki yazımızda baştan beri bir eksiklik olduğunu bende biliyorum. O zaman bu eksikliği gidermek adına kendi kendime soruyorum:

“Peki, tüm bunların yanında tarihçi kimdir?”

Bu soruya eski bir hocam şöyle cevap vermişti:

“Tarihçi, toplum doktorudur.

Yani, toplumun gelenek ve göreneklerini iyi bilen, temele insan kavramını koyan, muhakeme yeteneği gelişmiş, verdiği bilgilerle içinde bulunduğu toplumun değerlerinin korunmasına özen gösteren, toplumun kanayan yaralarını kaşımaktan imtina eden, tarafsızlığı ilke edinmiş, okuyan, araştıran,doğru bildiğini münasip dil ile izah eden, ilmi ahlakı ve değerli bilen ve bunlar gibi güzel ve iyikabiliyetleri olan kişidir.”

Bütün bunların yanında daha önceki kitabımda yansıttığım bir söylemi tekrar yazmakta yarar gördüm:

“Hiç bir kuşak geleceğin insanlarını kendisi gibi düşünmeye zorunlu. “Bugün”ü yaşayanlar, gelecektekiler tarafından yargılanacaklarını bilmekle ödevlidirler. Nasıl kendileri öncekileri yargılamışlarsa…”

Herkes yazdıklarına dikkat eder ve etmelidir. Ama en fazlada Türkiye’nin bugünkü koşullarında çok daha dikkat etmelidir. Özellikle Cumhuriyete ve kurucularına karşı affedilmez suçlar işleyenler. Bir gün mutlaka hesap sorulur.

Erol Çatma-2015

Zonguldak Nostalji

Editör: TE Bilisim