‘Yıkım’ Zonguldak gündemindeki yerini uzun süre koruyacağa benziyor.

     Kamuoyunun bir kesimi uygulamadan memnun.

     ‘Devlet görevini yapmalı’ diyor.

     Bir başka kesim uygulamaya karşı tepkili.

     Çekekleri kentin bir değeri olarak görüyor.

     Bir kesim de liman içindeki yıkımları, limanın özelleştirilecek olmasına bağlıyor.

     Belediye, iktidar ve muhalefet partilerinden hiçbir tepki yok.

     Basın genel olarak yıkım konusunda kamu yararından ve yasalardan yana tavır alıyor.

     Yıkılan yerler gecekondu veya fakir insanların oturduğu konutlar değil.

     Kapuz’da yıkılan yerlerin sahipleri, yıkımdan sonra sokakta kalacak insanlar da değil.

     Burada devlete düşen tek şey, çekekleri amacı doğrultusunda, geçimi için kullanan balıkçıların mağdur edilmemesi.

     Tabi bu yıkım meselesi sonrası birçok soruya da cevap aramak gerekiyor.

     Mesela, İmar Kanunu var.

     Kıyı Kanunu var.

     Bu kanunlar varken ve bu kanunları uygulamakla yükümlü yetkililer varken, kaçak yapılaşma nasıl yapıldı ve bugüne kadar neden göz yumuldu?

     Yasaların ihlal edilmesine göz yumanlar mı sorgulanmalı, yoksa yasaları uygulayanlar mı?

     Zonguldak alışmış yasaların uygulanmamasına.

     Adamı olan, gücü olan kanun, yasa, yönetmelik dinlememiş villa da yapmış denizin içine, vatandaşın sahiline kafeterya da yapmış.

     Peki, fakir evi barkı olmayan bir vatandaş gidip sahile kafasını sokacak bir baraka yapsa ne olur dersiniz?

     Tabi ki anında yıkılır.

     Kıyı Kanunu; “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır” diyor.

     Yani kıyılar halkın, bazı kişilerin değil.

     Devletin yaptığı ise halkın kıyılarını, bazı kişilerin işgalinden kurtarmak.

     Şimdi bunun neyine karşı çıkılabilir ki?

     Esnaflar da bir şeyi karıştırıyor.

     Bazıları, ‘benim belediyeden ruhsatım var’ diyor.

     Burada aranan ruhsat işyeri açma ruhsatı değil yapı ruhsatı.

     Zaten iş belediyeye kalsa, bu yıkımlar gerçekleşmez, gerçekleşmediği gibi yerine yenileri eklenirdi.

     Aslında burada belediyeyi yönetenlerin kendini sorgulaması gerekiyor.

     Kenti imar etmek belediyenin görevleri arasında.

     Bakın Ereğli’nin kesintisiz 2-3 kilometre sahil şeridi var.

     Bu sahil şeridinde onlarca işletme var.

     Yüzde 90’ı da yasalara uygun.

     Çünkü Ereğli’de bu işleri belediye bizzat kendisi yapıyor ve sonra ihale yöntemiyle kiraya veriyor.

     Hem vatandaş nezih mekanlarda vakit geçiriyor, hem işletmeci, hem çalışan hem de belediye gelir elde ediyor.

     Bunun da adına günübirlik, taşınabilir sosyal tesis diyorlar.

     Hatta bazı tesisleri de belediye kendisi işletiyor.

     Yıkana değil, yapana bakmak lazım.

     Alışmışız yapanın yanına kar kalmasına…

     Tersi olunca da şaşırıyoruz.

     Başka nedenler arıyoruz altında.

     Oysa bu Vali uzaydan gelmedi, adam sadece devletin kendine verdiği görevi yapıyor.

     Azınlığın değil, çoğunluğun çıkarlarını ön planda tutuyor.

     Bana sorsanız, ‘bu Vali nasıl bir adam’ diye.

     ‘Halkçı ve devletçi’ derim.

     Bu devirde böylesi bürokratlar az bulunur.

     Bazı kesimler bu yüzden Vali’ye tepkili.

     Çıkarlarına çomak sokuluyor çünkü.

     Hatta bazıları şimdiden, ‘İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya nasıl ulaşır da bu Vali’yi ve emniyet müdürünü buradan göndeririz’ diye hesap yapmaya başlamıştır.

     Bunun işaretlerini sokakta görebiliyoruz.

     Huzuru kaçanlar, sokakta yeni bir algı oluşturmaya çoktan başladılar.

     ‘Emniyet müdürü taksi duraklarını, dolmuş duraklarını kaldıracak…’

     ‘Vali ile belediye başkanı kavgalı olduğu için bu yıkımları yapılıyor…’

     İşte bu tür söylentiler pompalanıyor.

     Bekleyip göreceğiz neler olacağını.

                                                                                                                                                                                                   DOSTÇA KALIN…